Beslenmenin trendi olur mu?

Yazı: Gülru İncu

Her şeyin değerini korumakta zorlandığı, atom hızıyla tüketildiği ve daha biz gerçekte ne olduğunu bile özümseyememişken yerini başka bir şeye bıraktığı günümüzde beslenme alışkanlıklarımız da ‘trend’lerle şekillenir hale geldi. Proteinlerin rağbet gördüğü, karbonhidratların sınırlandırıldığı, yağların azaltıldığı ya da tersine artırıldığı beslenme şekilleri, vejetaryen adı altında et ve hayvansal proteinler yerine balık, kümes hayvanları, süt, süt ürünleri ve yumurtanın tercihe bağlı tüketildiği beslenme programları, meyve ve sebze sularıyla gerçekleştirilen sıvı beslenmeye yönelik detoks programları… Peki, her geçen gün bir başkasının popüler olduğu, bir moda akımı gibi ortaya çıkan yeni diyetleri takip etmek doğru mu, yanlış mı? Ne de olsa bugünün doğrusu yarının yanlışı olabiliyor. Bu noktada en dikkat edilmesi gereken konu, kişinin kendi vücudunu dinlemesi oluyor.

Modanın kurbanı olmayın!
Beslenme ve Diyet Uzmanı Banu Kazanç, trendler ne olursa olsun diyet programlarının kişinin ihtiyaçları doğrultusunda oluşturulması gerektiğini vurguluyor ve ekliyor: “Yaş, cinsiyet, boy, kilo, yaşam şekli, yaşam aktivitesi ve diğer sağlık problemlerinin değerlendirilmesi sonucu kişiye en uygun ve sürdürebileceği diyet programının seçilmesi gerekiyor. Çok çeşitli besinlerin yer aldığı dengeli bir diyetle vücudunuz için gerekli tüm besin maddelerini alırsınız. Bu, beslenme yetersizliklerini azaltmakla kalmaz, aynı zamanda size sağlıklı olmanız ve kalıcı kilo kayıplarına ulaşmanız gibi pek çok konuda sayısız yarar sunar.” Diyetisyen Didem Kanca Üstay ise işin farklı bir boyutuna değiniyor: 

“Her 3-5 senede bir yeni bir diyet moda oluyor ve zamanla bakıyorlar artık bu diyet ismi prim yapmıyor, bu sefer isim değiştiriyorlar. Mesela Atkins diyeti sonra Dukan diyeti oldu, ardından ülkemizde Karatay diyeti diye geçti, en son ketojenik diyet dediler. Alkali diyet bir süre sonra çiğ beslenme diyetine kaydı, adı daha sonra detoksa dönüştü… Ama her ne kadar popüler diyetler de çıkarsalar, sonuçta tüm bilimsel çalışmalar aralarında en sağlıklı ve kalıcı olarak yapabilecek beslenme tarzının Akdeniz diyeti olduğunu vurguluyor. Çok fazla dışarıda çözümü aramanın bir anlamı yok esasında.”

Glütensiz beslenme, kilo almaya neden olabilir mi?
Glütensiz diyet kilo verdirir mi ya da tam tersi kilo almaya neden olabilir mi? Bilmeden yanlış bir yol izliyor olabilir miyiz? Çölyak hastalığından etkilenenler haricinde glütensiz diyetleri destekleyecek bir araştırma olmamasına karşın buğday ve glüten sıklıkla medyanın gündeminde. Bazı kişilerin glüteni sindirememesi glüten hassasiyeti ya da intoleransı olarak adlandırılıyor ve çölyak hastalarının glüten tüketmeleri ciddi riskler taşıyor. Banu Kazanç’a göre kilo vermek, enerjiyi artırmak, otizmi tedavi etmek ve sağlıklı olmak için önerilen glütensiz diyetler, kişide çölyak hastalığı veya glüten duyarlılığı yok ise çok doğru değil. Kinoa, darı ve karabuğday gibi glütensiz tahılların pek çoğunun glisemik indeksi yüksek, yani kan şekerini aniden yükseltiyorlar. Kan şekerinin ani yükselişi hem kısa süre sonra acıkmamıza neden oluyor hem de kandaki şeker seviyelerini düşürmek için salgılanan insülin hormonunun yükselmesi kilo almaya neden oluyor. “Madalyonun diğer yüzü, glütensiz ürünlerin genellikle yağ ve şekeri daha fazla içermesi. Daha az lifli olan glütensiz ürünler kalori düzeyleri de yüksekse aksine kişinin kilo alımına neden oluyor” diyor Kazanç ve ekliyor: “Beslenme alışkanlıklarından glüten içeren gıdaları gereksiz yere çıkarmak metabolizma ve sağlığa yarardan çok zarar verebilir. Glüten içeren bütün tahıllar B vitaminleri, antioksidanlar, demir, selenyum ve magnezyum da dahil olmak üzere çok sayıda önemli mineralleri içerir. İyi bir sindirim için önemli olan lifleri de almanızı sağlar. Bu sebeple sağlığınız için ihtiyacınız kadarını almalısınız. Glüteni hayatımızdan tamamen çıkarmak yerine kısıtlamanın daha doğru olacağını düşünüyorum.”

“Son moda diyetlerin çıkış noktası ‘kilo verdirir’ mantığı, çünkü en fazla buradan prim yapılıyor” diyen Diyetisyen Üstay ise glütenle ilgili yapılan bir araştırmayı referans gösteriyor. “2013 yılında İngiltere’de yapılan bir çalışmada normal kilosunun altında olan çölyak hastalarından yüzde 69’unun çölyak teşhisi konulduktan sonra kilo aldıkları görülmüş. Aynı zamanda yüzde 18’i kilolu ve yüzde 42’si obez olan çölyak hastalarının teşhisten sonra kilo verdikleri tespit edilmiş. Bunun gibi daha birçok birbirini tutmayan çalışma var. Bundan dolayı net bir şey söylemek çok yanlış ama çalışmalar şunu gösteriyor ki glütensiz diyet yüzde 100 kilo verdirir diye bir gerçek yok. Verdirebilir de, aynı da tutabilir, aldırabilir de. Eğer çölyak hastası değilseniz ve glüten hassasiyetiniz yoksa kilo vermek için sakın glütensiz diyet ya da gıda intolerans testi sevdasına kapılmayın.”

Beslenmenin trendi olur mu? - Resim : 1

Detoks bir zayıflama programı değildir!
Sebze ve meyvelerin sıvı şeklinde tüketilmesi de son zamanların gözde trendleri arasında. Banu Kazanç ise, bunun bir alışkanlık haline getirilmemesi gerektiğini söylüyor. Sıvılarla aldığımız kalori, katı beslenme ile alınan kalori ile aynı etkiyi göstermiyor. Öncelikle tok tutmuyor, çünkü çok çabuk sindiriliyor. Katı gıdalar ise mideyi daha geç terk ediyor ve daha uzun süre tok kalmamızı sağlıyor. Ayrıca, çiğneme ile fizyolojik doyma tepkileri artıyor. “Yiyeceklerin bu şekliyle püre haline gelmesi glisemik indeksi artırır. Detoks programları gibi yoğun olarak sıvı beslenmeye ağırlık veren, vücuttan toksinleri temizlediği için başvurulan programları pek çok kişinin genel sağlık durumunu bilmemesi sebebiyle uygulamasının sakıncalı olduğunu düşünüyor ve önermiyorum. Çünkü kişilerin kilolu olmasına çeşitli sağlık sorunları da eşlik ediyor. Bu durumda bilinçsizce uygulanan bu tür programlar sağlığa zarar veriyor. Bu yöntemi özellikle kalp ve şeker hastalığı olanların kullanmaması gerektiği dile getiriliyor ama bu uyarılar önemsenmiyor.”

Ketojenik diyetin sonucu kalıcı mı değil mi?
Son günlerde adına sıkça rastladığımız trendlerden biri de ketojenik beslenme. Banu Kazanç, ketojenik diyetleri önermediğini söylüyor ve ekliyor; “Karbonhidratları azaltıp, bol proteinli yiyeceklere yönelerek belki hızlı kilo verebilirsiniz ama hatalı davranmış olursunuz. Yüksek proteinli yiyecekleri tercih etmek uzun dönemde kalp-damar hastalıkları ve kanser riskini artırır. Proteinler et ağırlıklı olarak karşılandığında ise kanda toksik maddeler artar, bunlardan kurtulmak için karaciğer ve böbreklere daha fazla yük biner. Yüksek yağ içeriği olan ketojenik diyetler doymuş yağ ve kolesterol bakımından zengin oldukları için kalp ve damar hastalıkları riskini artırır.” Didem Kanca Üstay ise ketojenik beslenmenin 100 yıldan beri ilaçla tedavi edilemeyen epilepsi hastalarında özellikle çocuklarda kullanılan bir diyet olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Ketojenik diyet yapanların diğer diyet yapanlara göre daha hızlı kilo verdiği yapılan çalışmalarda ortaya çıkmış ama sorun şu: Bu ne kadar kalıcı? Diyet süreci bittikten sonra insanlar hızla kilo almaya başlıyor, çünkü hiçbir kalıcılığı yok.”

Vegan olmaya hazır mısınız?
Alkali diyetin amacı kandaki pH yani asit seviyesini düşürmek. Diyet sırasında böbrek taşının oluşmayacağı, kasların ve kemiklerin kuvvetleneceği, kalp sağlığının gelişeceği, Tip 2 şeker hastalığı riskini azaltacağı da savunduğu tezler arasında fakat bununla ilgili sonuçlanmış hiçbir bilimsel çalışmanın bulunmadığını söylüyor Didem Kanca Üstay. “Dünyada birçok bilimsel çalışma Akdeniz diyetinin ne kadar sağlıklı olduğunu kanıtlamışken böyle bir diyet prim getirmeyeceğinden kimse dengeli bir şekilde her türlü gıdayı tüketin demiyor. Alkali diyet tüm hayvansal gıdaları diyetinizden çıkarmanızı istiyor. Vegan olmaya hazır mısınız? Kaldı ki bugün İsviçre hükümeti vegan ailelere çocuklarını vegan beslemelerini yasakladı? Neden mi? Çünkü çocuklarda ciddi şekilde zihinsel ve fiziksel sıkıntılar görüldü. Bugün dünyanın en sağlıklı insanlarının yaşadığı Japonya’da alkali ya da glutensiz diyetlere yer yok.”

Çaylar, bitkiler, daha neler neler…
Bir zamanlar altın çilek furyası vardı, şimdi onun yerini bir başkası aldı; Moringa çayı. Didem Kanca Üstay bu konuda çok net: “En çok da buna gülüyorum. Bir çay nasıl insanı incecik yapsın, yağları eritsin. Dünün altın çileği, bugünün moringa çayı, yarının bilmem ne yaprağı. Bana sürekli farklı isimler altındaki ürünleri ya da diyetleri soruyorlar. Hiçbiri işe yaramaz. Mucize bir çözüm yüzyıllardır olmadığı gibi şimdi de yok. Bunların hepsi hurafe olduğu gibi bu tarz ürünlerin reklamlarını yapan medyatik doktor, diyetisten ve sağlıkçıları da kınıyorum. Sağlık Bakanlığı’nın bu konuyla ilgili yaptırımları olması gerekir. Halkımız bu kişilere güveniyor. Oysa bu insanlar para karşılığında her şeyi önerecek insanlar. İşin bu kısmı daha da vahim.”

UNUTMAYIN!
• Sağlıklı, yeterli ve dengeli bir diyet kişinin ihtiyacı olan kaloriyi sağlamalı. Kişisel verilere göre değişen kalori ihtiyacı, her besin grubunun, meyve ve sebzelerin, tahılların, yüksek kaliteli proteinlerin, yeterli süt veya diğer kalsiyum kaynaklarının ve sağlıklı yağlarının yer aldığı diyet programları ile karşılanmalı.

• Sağlıklı bir diyetle amaçlanan; bütün besin gruplarından aynı özellikte olanların çeşitlendirilmesi yani aynı gruptan alternatif besinler seçilerek besin çeşitliliği tercih edilmeli. Sağlıklı bir diyet karbonhidratların, yağların ve proteinlerin doğru oranlarından oluşmalı. Kalorilerin yaklaşık yüzde 50’sini karbonhidratlardan, yüzde 30’unu yağlardan ve yüzde 20’sini proteinden elde etmemiz sağlıklı kabul ediliyor.

• Detoks bir zayıflama programı değil. Sonrasında metabolizma hızlanacağından kilo vermeyi kolaylaştırır gibi gözüküyorsa da, gün boyu taze sebze ve meyveleri tüketmeyi ve tek besin grubuna dayalı beslenmeyi uzunca bir zaman sürdürürseniz vücuda fayda yerine zarar verirsiniz. Uzmanlar bu nedenle sağlıklı bireylerin bile detoks süresini hafta sonu ile sınırlamaları gerektiğini vurguluyor.

• Sağlıklı olmak ve ideal kiloya sahip olabilmek için yeteri kadar dengeli yemek ve hareket etmek gerekiyor.

Başa dön tuşu